Çin’de Pasifik Cephesi’nin sona erişinin 80. yılı için düzenlenen askeri geçit törenine, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin lideri Şi Cinping’in “ölümsüzlük” üzerine sohbeti damga vurdu. Tiananmen Meydanı’ndaki törende iki liderin biyoteknoloji ve ömrü uzatma üzerine konuşmaları “açık mikrofona” yansıyarak dünyada yankı uyandırdı.
Putin, “Biyoteknoloji sürekli gelişiyor, organlar nakledilebilir, hatta ölümsüzlük mümkün olabilir” derken; Şi Cinping, “Bu yüzyılda insanlar 150 yaşına kadar yaşayabilir” ifadesiyle dikkat çekti.
Putin, tören sonrası bu konuyu Şi ile ciddi biçimde görüştüklerini doğruladı.
Yaşananlar Nedret Ersanel moderatörlüğünde TVNET’te canlı yayınlanan Akıl Odası programında masaya yatırıldı.
Yeni Şafak Yazarı Süleyman Seyfi Öğün, bilim tarihinin genellikle insanlığın yararına sunulan buluşlar ve teknolojilerle steril biçimde aktarıldığını fakat son yıllarda bunun kapalı ve oligarşik bir süreç haline geldiğini anlattı.

“Bize genellikle ortaokullarda, liselerde okutulan bir bilim tarihi vardır ki hatta bilim ve felsefe beraber okutulur. Hep hayırla yad edilir. Yani buluşlar, ilaçlar, makineler, vesaire… Hep insanlığın faydasını temin maksadıyla anlatılır. Adeta bilimin tarihini bir tür melekselleştirmeyle sunmak… Tabii bunun zıttı da var, onu tamamen yok saymıyoruz. Bilimi şeytani bir bakışla ele alan karanlık bir düşünce de mevcut. Bunların ikisini beraber düşündüğünüzde birinden ötekine gidip geliyorsunuz.
Ama artık rahatlıkla söyleyebilirim ki insanlar o tür masallara—bilim insanlığın önünü açacak, onu selamete kavuşturacak gibi şekerlenmiş ideallere—çok da inanmamalı. Tarihte her şeyin mutlaka sorunlu bir tarafı vardır. Hiçbir adım sekmesiz atılmaz. Bunların fayda-maliyet hesaplarını herkes kendi ölçüsünde tartışabilir. Ama steril bir bilim tarihi yok. Hele hele fen, buluşlar, teknoloji işin içine girdiğinde bu durum çok daha belirgin hale geliyor. Bilimin tabiatı gereği tamamen hayra yorulacak bir tarafı yok; problemli, sorunlu yönleri de var.
Bir kere şunu görmemiz lazım: Bu işler artık çok pahalıya mal oluyor. Az maliyet gerektiren bilimsel buluşlar devri çoktan geçti. Ağır yatırımlar, büyük sermaye devreye giriyor. İkinci nokta şu: Bilimin tarihini tabii ki bilim tarihçileri ve felsefecileri yorumluyor. Ama bildiğim bir şey var: Çok kritik aşamalar, kırılma anları var. Mesela biyoteknoloji, genetik meseleleri… Genetik şifre çözüldüğünde ben o gün haber bültenlerini hatırlıyorum. İkili sarmal hikayeleri, bundan sonra neler yapılabileceği tartışmaları… O zaman dedim ki: “Tamam, gerçekten çok kritik bir noktadayız.”
Tabii aklım bu kadarına erer mi, bilmiyorum. Ama şifreler çözüldükten sonra müdahale imkanları doğdu. Bir yandan tıbbi-biyolojik araştırmalar, öte yandan nanoteknoloji üzerinden bedene, hatta beyne aparat yerleştirmek… Bu akıl almaz bir noktaya sürüklüyor bizi. Elbette faydaya yorulacak tarafları olabilir ama geri çevrilemez derecede sorunlu yönleri de mevcut.
Eskiden bilimsel buluşlar ortalama insanın anlayabileceği bir dille aktarılıp kamuoyuyla paylaşılırdı. Şimdi ise her şey kapalı kapılar ardında yürütülüyor. Popper’in Açık Toplum kitabını düşündüğümüzde, bugün bilim tarihi tam tersine kapalı toplum örneği sergiliyor. Modern dünyada tamamen oligarşik bir süreç söz konusu; hangi aşamada olunduğunu bilemiyorsunuz.
Netice itibariyle bugün bildiğimizin çok ötesinde denemeler, uygulamalar var. İlaç şirketlerinin politikaları da bununla ilişkili.”